Titanik, 15 Nisan 1912 tarihinde İngiltere’nin Southampton limanından yola çıkarak New York’a ulaşmayı hedefleyen lüks bir transatlantik gemisiydi. Ancak yaşanan trajik olay, tarihin en büyük deniz kazalarından biri olarak kayıtlara geçti. Geminin, buzdağlarına çarparak batması sonucunda yaklaşık 1.500 yolcu hayatını kaybetti. Ancak bu trajedi sadece yaşamlarını kaybedenlerle değil, aynı zamanda bu felaketten sağ kurtulanlarla da derin bir etki bırakmıştır. İşte bu noktada, Titanik’deki en şanssız yolcunun hikâyesi dikkat çekiyor. Aslında geminin yolcusunun gemiye binmemesi gerekiyordu; hikayesi hem ilginç hem de düşündürücü bir felsefi derinlik taşıyor.
1900'lerin başında, ekonomi ve toplumsal sınıflar arasında belirgin bir ayrım var. Titanik, dönemin en lüks gemilerinden biri olarak üst düzey zenginlerin ve önemli kişiliklerin uğrak yeri haline gelmişti. Ancak hikayemizin merkezi olan, ismi pek bilinmeyen bir yolcu; William Thomas Stead. 65 yaşındaki Stead, ünlü bir İngiliz gazeteci ve yazar olarak kendini göstermişti. Sosyal reformlar ile ilgili yazdığı makalelerle tanınan Stead, aslında bu yolculuğu yapmamayı planlamıştı. O dönemde yayımlanan haberlerinde deniz güvenliği ile ilgili endişelerini dile getirmişti. Fakat aniden gelişen olaylar nedeniyle Titanik’e bindi. Yani gemiye binmesi, kendi iradesinin dışında bir gelişmeydi.
Titanik'in yolculuğuna çıkmadan önce, William Thomas Stead ve beraberindeki dostları, bir gazetecilik projesinin parçası olarak Amerika'ya gitmek üzere yola çıkmayı düşünüyordu. Fakat Stead’in, daha güvenli bir deniz yolculuğu tercih etmesine rağmen bazı engeller dolayısıyla Titanik’i seçmesi, onun katlanması gereken bir ‘şanssızlık’ olarak nitelendirilmektedir. O tarihi yolculuk sırasında, Stead birçok kez deniz kazaları hakkında yazılar yazmış ve bu konudaki tedbirsizliklerin insan yaşamına etkilerini irdelemişti. Bir nevi mizahi ironidir ki, bu söylemlerinin tam ortasında, kendisi bir deniz felaketiyle karşı karşıya kalıyordu.
Stead, Titanik’in batışı sırasında yardımcı olmak ve insanları kurtarmak için çabaladı. Ancak ne kadar çaba gösterse de bu onun kaçınılmaz sonunu değiştiremedi. Yazar, geminin batması sırasında birkaç kişiyle birlikte hayatta kalma savaşı verirken, kendi kalemi ve fikirleri ile ölüm arasında büyük bir çatışma yaşadı. Sayısız hayal kırıklığı ve morbid hikayelerinin ardında, kendisinin de bu korkunç kaza kaçınılmaz bir şekilde hayatı ve kariyeri üzerinde derin etkilere yol açtı.
Titanik trajedisinin üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen, bu olay günümüzde de tartışılmaya devam ediyor. William Thomas Stead’in hikâyesi, tarihin içindeki bir ders gibi görünüyor. İnsanların hayatında bir anlık kararların ve çevresel faktörlerin ne kadar etkili olabileceğini bize göstermekte. Eğer Stead, Titanic’e binmemiş olsaydı, belki de dünyayı değiştirecek daha birçok eser bırakabilirdi. Ancak kader dediğimiz şey, bazen işte böyle işliyor. Onun hikâyesi, yalnızca kaybolan bir hayat değil, aynı zamanda yazmadığı, anlatamadığı hikâyelerin de kaybolması demek.
Dolayısıyla, Titanik’teki en şanssız yolcu kimdi sorusu, sadece kaybolan insanları değil, aynı zamanda yaşadığı hayat, prensipleri ve fikirleri ile aslında geride bıraktığı kalıntıları da yeniden sorgulamamıza neden oluyor. Altında yatan ironiyle birlikte bu trajik olay, Samuel Beckett’in bir sözünü anımsatıyor: 'İnsan, kaderinden kaçamaz.'
Titanik’in hikâyesi, yalnızca kayıplar ile değil, aynı zamanda derin düşünceler ve insan psikolojisi üzerindeki etkileriyle de efsaneleşmiştir. Bu tür olaylar üzerinde düşünmek ve sorgulamak, belki de gelecekte benzer trajedilerin yaşanmaması için bir adım atmamızı sağlayabilir.